Mesleğim Beni Hep Diri Tutuyor
KARİYERİNİZE İLK OLARAK HANGİ YILLARDA ADIM ATTINIZ?
1992 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi tiyatro bölümü oyunculuk ana sanat dalından mezun oldum. Aslında oyunculuk ve eğitmenlik açısından baktığımızda daha mezun olmadan kariyerime başlamıştım. Çünkü dördüncü sınıftayken mezun olmadan önce Ankara’da Altındağ Belediyesinde bir oluşum kurmuştuk ve orada bir oyun sahneliyordum ve aynı zamanda öğrenciler vardı ve dersler veriyordum.
Mezun olduktan sonra Antalya Büyük Şehir Belediyesi desteği ile Antalya’ya gittim. Bir tiyatro atölye oluşumunun ilk adımını atmıştım. Orada yine öğrencilerimiz vardı. Hem oyunlar oynadık, hem dersler verdik arkadaşlarımla beraber. Süreç giderek profesyonelleşti, 12 yıl boyunca Antalya’daydım. Fakat televizyon ve sinema bende çok geç oldu ; yıllarca tiyatro ile uğraştığım ve İstanbul dışında olduğum için televizyona daha geç sıra gelmiş oldu. İstanbul’a 2005 yılında yerleştim. Dolayısıyla ondan önce birkaç iş yapmıştım ama esas olarak 2005 yılından itibaren televizyonda oynamaya başladım. Sonrasında bir takım film teklifleri geldi onlarda oynadım ve işte bugüne kadar o şekilde geldik. Aslında kariyere atılan ilk adım olarak 1992 yılı diyebiliriz.
SANATIN SİZİ BESLEYEN TARAFLARI NELER?
Oyunculuk ile karşılaşmadan önce daha farklı bir insandım. Şöyle ki daha kapalı, daha kendi bildiğinden çok emin olan ; kabaca konuşursak ben bildimci bir insandım ama oyunculuk ile karşılaşmak beni duvara toslattı diyebilirim. Dolayısıyla kendim hakkında ya da insanlar hakkında daha farklı analiz yapmaya ve daha farkında olmaya başladım. Dolayısıyla bu daha demokratik bir işleyiş getirdi beynimde, duygularımı yönlendirdi ve bizim mesleğimizde bir karakteri ele alıp inceleriz ya ; aslında o karakteri incelerken aslında kendimizi incelediğimizin farkına vardım.
Oyunculuk sanatı beni en çok bu tarafı ile besliyor diyebilirim ; farkında olmak ve bununda getirdiği mutsuzluğun üstüne çıkarak başta kendimin, dünyanın, toplumun, bireyin daha çok farkında olarak yaşamak diyebilirim ve her zaman bir karaktere adım atarken ; oynamak için veya tiyatroda bir oyunu sahnelemek için. Bunlar hep insanı taze tutan şeyler. Her zaman sıfırdan başlıyoruz bir anlamıyla. Dolayısıyla bu bizi çok taze tutan bir şey. O yüzden mesleğim beni hep diri tutuyor.
ŞU AN BİR FİLM YAPMAYA KARAR VERSENİZ ADI VE KONUSU NE OLURDU?
Adından tam emin değilim ama çok konu olurdu. Son zamanlarda takıntı yaptığım bir şeyi söyleyecek olursam bu çifte standart olurdu. Çünkü çifte standart denen şeyin hem kişisel hayatlarımızda hem toplumsal hayatımızda hem ekonomik sistemde, dünyada, ülkemizde çok önemli olduğunu düşünüyorum. Her zaman bir başkası için olur ya da olmaz dediğimiz bir şey de konu kendimize gelince, oklar bize doğru dönünce farklı düşünebiliyoruz. Hemen bir rasyonalizasyon yapıyoruz ve aslında savunduğumuz değerler, bizim için çok kıymetli olan doğrular bir anda mucizevi bir biçimde yön değiştirebiliyor ve bunun farkına da varmıyoruz aslında. Toplumsal olarak bir çok insan demokratım diyebilir, belki laikim diyebilir ama bir başka konu olduğunda, bir başkası söz konusu olduğunda o demokrasiyi başkasına işletmez. Çifte standart çok ufak bir konu gibi görünse de bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum ve hatta toplumların yönünü bile zaman zaman belirlediğini, değiştirdiğini düşünüyorum. O yüzden herhalde bir film yapsaydım bu çifte standart ile ilgili bir film olurdu. Fakat adını çifte standart koymazdım.
GERÇEKLEŞTİRMEK İSTEDİĞİNİZ PROJELERİNİZ NELERDİR?
Gerçekleştirmek istediğim çok fazla proje var ama aslında bir tanesinin içindeyim ; Cihangir Atölye Sahnesi. Arzu Gamze Kılınç ile beraber kurduk. Bu herhalde gerçekleştirmek istediğim en büyük projelerden biri diyebilirim. Onu gerçekleştirmiş olmaktan tabi ki de mutluyum. Oyunculuk anlamında benim şu rolü oynasam, şu rolü oynamadan ölmem gibi tutkularım yok. Bunun için kendimi çok yokladım ama bir türlü böyle bir sonuca varamadım. Dolayısıyla yaşamsal bir proje olarak bakıyorsak meseleye herhalde Cihangir Atölye Sahnesi ; bir tiyatro ve bir tiyatronun içinde bulunan bir oyunculuk okulu, gençlerden beslenen bir tiyatro. Galiba benim gerçekleştirmek istediğim en büyük projeydi. Herhalde şanslı insanlardan biri sayılabilirim bu durumda. Çünkü hayalim demiyim ama hedefimde olan bir şeyi gerçekleştirmiş bir insanım.
CİHANGİR ATÖLYE SAHNESİ VE EĞİTMENLİK İLE İLGİLİ TARAFTA NELER YAPMAKTASINIZ ?
Çok fazla şey yapıyorum diyebilirim. Cihangir Atölye Sahnesi dediğimiz şey bir yapı ve buna bağlı iki kanat var. Bir kanadı tiyatro profesyonel anlamda, bir de eğitim kanadı var. Eğitim kanadı içinde de iki farklı ana unsur var ; bir tanesi konservatuar diğeriyse atölyeler. Konservatuar sınav ile aldığımız ve ücretsiz tam burslu eğitim verdiğimiz bir yer. Toplamda 3 yıl sürüyor. Üç yıl boyunca öğrenciler haftada üç gün sabahtan akşama kadar toplam 15 farklı hocadan ders görüyorlar. Ciddi bir eğitim, bildiğiniz konservatuar eğitimi.
Bir de ücretli olan atölyeler var.Atölyelerde de kamera oyunculuğu atölyesi, oyun atölyesi ve temel oyunculuk atölyesi. Buralarda çok dersler var, bende oyun atölyelerinde derse giriyorum. Hatta bu yıl biraz benim için çok yoğun bir yıl oluyor. Çünkü dört oyun atölyesinde toplam dört oyun hazırlıyorum. Oyun atölyelerinin yapısı o şekilde çünkü. Akademik bir ders programından ziyade ekibe göre uygun bir oyun seçiliyor, onun provalarına başlanıyor ama bir yandan da diksiyon dersi, şan dersi, dans dersi, tiyatro teorisi dersi de yürüyor ve bu hangi oyun çalışılıyorsa o oyuna yönelik olarak da bu dersler yapılıyor. Ama esas ağırlığı tabi ki oyun çalışma yani prova dediğimiz çalışma yürütüyor. O yüzden bu aralar yoğunum ve aynı zamanda Cihangir Atölye Sahnesi yani C.A.S. yeni sayılır kurulalı, 2017 Nisan da kurduk Gamze ile. Onun bir çok işi var tabi ki. Tanıtım ile ilgili, organizasyon ile ilgili, profesyonel tiyatroda tiyatronun organizasyonu ile ilgili işler var. Onları da yapıyoruz hep beraber. Profesyonel tiyatro kısmında iki oyun yaptık şimdiye kadar. Raif ile Letafet Kıvanç Kılınç yazdı, ben yönettim. Kıvanç Kılınç aynı zamanda okulumuzun hocalarından bir tanesi, aynı zamanda oyununda oyuncusu. Bir tanede Dario FO İtalyan yazar, onun Ödenmeyecek Ödemiyoruz oyununu Arzu Gamze Kılınç yönetti. Fakat sonra ilginç bir durum oldu. Genç oyuncuların oynadığı iki oyunda seyirci ile öyle bir buluştu ki biraz yüksek çıtada oyunlar çıktı. Biri gençlerin oynadığı Üç Kuruşluk Opera. Serpil Göral yönetti, o da hocalarımızdan biri. O da iki sezonda oynuyor. Bir tanesi de Saloz’un Mavalı. Dünyadaki kapitalist sistemin, sömürünü düzenini, Portekiz’de ki António de Oliveira Salazar üzerinden anlatan bir oyun. Bunu da ben geçen sene konservatuar ikinci sınıflar ile yapmıştım. O da seyirci ile ciddi anlamda buluştu, o da iki sezondur oynuyor. Aslında profesyonel oyuncuların oynadığı iki oyun, iki tane de C.A.S.’ ın genç oyuncularının oynadığı oyun sezonda gösterimde. Toplam dört oyunumuz var. Oyunlar, provalar, dersler, organizasyonlar bu şekilde. Eğitmenlikten ayrıca zevk alıyorum çünkü eğitirken insan daha çok şey öğreniyor. Her öğrencinin yeni bir sorusu başka bir dünyadan gelen bir soru ve ona karşı bir cevap geliştirmek zorundasınız. Daha önce cevap verdiyseniz ve o soruya hazırlıklıysanız bile cevaplarınızı geliştirmiş oluyorsunuz aslında ve buda insanı çok diri tutan bir şey. Dolayısıyla hem tiyatro yapmaktan hem eğitmenlik yapmaktan ; Cihangir Atölyesi Sahnesi içinde devinmekten gerçekten mutlu olduğumu söyleyebilirim.
BUGÜNE DEK YER ALDIĞINIZ PROJELERDEN HANGİSİ YA DA HANGİLERİ SİZİN İÇİN DİĞERLERİNDEN FARKLIYDI / VE NİÇİN FARKLIYDI?
Şanslıyım, bu güne dek çok iyi projelerde yer aldım. Hem televizyonda dizi olarak, hem sinemada. Gerçekten çok iyi ekiplerle, çok iyi yönetmenler ile çalıştım. Her birinin yeri ayrıdır, hepsinden çok şey öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum tabi ki ama televizyon bazında düşündüğümüzde “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” diye bir dizi vardı. Bu dizi üç sezon sürdü ve ben üçüncü sezonunda dahil oldum. Üçüncü sezonunda da 12 Eylül öncesi ve sonrası olan bitenlerdi senaryo ve ben lise son sınıfta olduğum için 12 Eylül zamanı 1980 de dolayısıyla benim anılarımda henüz tazeydi ve hatırlıyordum her şeyi yaşım itibariyle. Dolayısıyla onun senaryolaştırılmış halini ve yazar da birebir o günleri yaşadığı için çok birebir şeyler yazıyordu. Bu yüzden çok heyecanlanmıştım ve zevkle gidiyordum sete. Söylemek istediğim bir sinema filminde rastlanılabilecek sözleri, sahneleri oynuyordum. Böyle bir fırsatım olmuştu, kitle çok iyiydi. Öyle Bir Geçer Zaman Ki adlı dizinin yeri bende epey ayrı. Sinema tarafına geldiğimizde tabi ki Bir Zamanlar Anadolu’da. Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği filmde yer almış olmak, hem Nuri Bilge Ceylan ile çalışmak açısından, çalışma fırsatı bulmak açısında hem de ortaya çıkan sonuç yani film açısından benim kişisel kariyerimde de, düşünsel kariyerimde de çok önemli ve ayrı yerde duruyor. Tiyatroda ise İstanbul’a nazaran daha çok Antalya’da yaptığım için orada da bir iki oyun var ki Gılgameş Destanı yapmıştık. Hıdırlık Kulesi diye bir yer vardı orda ve Roma’dan kalma bir eser. Biz onu düzenlemiştik ve içinde küçücük kuytu gibi bir yerde beş kişiyle yapmıştık. Namık Agayev Azeri bir yönetmen onun yaptığı bir oyundu. Çok fantastik ögeleri olanda bir oyundu. Onun yeri çok ayrıdır. Montserrat vardı, Arzu Gamze Kılıç’ın yönetmişti, onun yeri çok ayrıdır. Ada Adolf Hugalt diye bir oyun oynamıştım, onun yeri çok ayrıdır. Aslında tiyatroda yaptığım hemen hemen istediğim oyunları yaptığım için oyuncu ve yönetmen olarak ta tiyatrodakilerin hepsinin de yeri ayrıdır diyebilirim rahatlıkla.
KİŞİSEL SAĞLIĞINIZ İLE ALAKALI DİKKAT ETTİĞİNİZ VEYA GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURDUĞUNUZ DURUMLAR VAR MI?
Hep dikkat etmeye çalışıyorum ama maalesef bu konuda çok dikkatli olduğumu söylersem abartılı olmuş olur herhalde fakat şöyle bir şey yaptım ; mesela ailede ırsi olarak şeker hastalığı var. Madem dedim ben yetişkin bir insanım, aklım başımda, bilincim var ve bu genetiğe karşı durmalıyım diye düşündüm. Dolayısıyla mesela çayı çok şekerli içerdim ama artık içmiyorum. Yaklaşık bir yıldır çayı şekersiz içiyorum ve hep “ben nasıl içebilirim, herhalde çayı bırakacağım” diyordum. Şimdi çok enteresan ve bunu herkese söylüyorum, şimdi “şekerli çayı nasıl içiyormuşum” diye soruyorum. Bu bence çok önemli. Genel olarak tatlı çok yerdim, onları da azaltıyorum. Çünkü tıp bilimi, diyet bilimi diyor ki; eğer beslenmenizi düzgün yaparsanız şeker hastası olmayabilirsiniz. Bende genetiğe karşı mücadele bayrağı açtım diyebilirim.
KİŞİSEL SU TÜKETİMİNİZ VE SU HAKKINDA DİKKAT ETTİĞİNİZ HUSUSLAR NELERDİR?
Annem gözümün önünde çok iyi bir örnek veya belli yaşlarda olan insanlar var tanıdığım ve doktor onlara sürekli su içmelerini öneriyor ve daha çok su içmelerini öneriyor. Geçmiş hayatlarında az içtikleri için şimdi bir takım durumlara maruz kaldıklarını söylüyor. Dolayısıyla bende artık bardaktan değil şişeden su içmeye başladım. Kendime dışarıdan bir şişe aldım, onunla saymakta kolay oluyor. Şeker ve su hakkında biraz dikkatliyim ama tütün gibi zararlı bir alışkanlığım var onu bırakamıyorum. Yemekte de nispeten dikkat etmeye çalışıyorum ama çok ciddi bir kontrol altında olduğu söyleyemem bu dikkatin.
DERGİMİZ VE İÇERİK ÜRETTİĞİMİZ “SU ARITIMA” HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZİ BİZLER İLE PAYLAŞIR MISINIZ?
Su arıtma ile ilgili çok araştırma yapmıştım. Çünkü suyu aşırı temizlemenin, onun içindeki doğal mineraller vs. açısından yararlı olmadığını öğrenmiştim. Fakat tabi ki bu pet sular, damacana suların sağlıklı olduğu çok şüpheli. Zaten bir çok şeyin sağlıklı olduğu çok şüpheli. O yüzden en azından kendi kontrolümde olursa diye düşündüm ve su arıtmayı gerçekten kullanıyorum şuanda ve faydalı olduğunu düşünüyorum, tadı da çok yerinde. Daha çok ve sağlıklı su içmeliyiz. Bir yandan diğer türlü su sipariş etmek insana iş yaratıyor. Sipariş vereceksiniz, su gelecek, geç gelecek gibi. Gelen sudan zaten emin değilsiniz, gecenin bir körü bitti bitmedi gibi bir sürü küçük sorunda sayabiliriz. Ama bence su arıtma sistemi eğer iyi bir su arıtma sistemi ise bence çok güzel. Derginizde aynı şekilde doğal yaşama, sağlıklı yaşama dikkat çekmek için, suyun önemini anlatmak için, daha güzel bir yaşam kurabilmek için bir çok konunun altını çiziyorsunuz ve bunlarda çok kıymetli şeyler.
SON OLARAK OKURLARIMIZA SÖYLEMEK İSTEDİĞİNİZ, VERMEK İSTEDİĞİNİZ BİR MESAJ VAR MI?
Konuştuğumuz konulardan yola çıkacak olursak sağlıklı yaşam çok önemli, çünkü kendi ailemde de dahil olmak üzere gördüğüm yada yaşadığım tecrübeler beni şu noktaya getirdi ; yaşlılığımızda veya hayatımızın son dönemlerinde hangi hastalığa yakalanırsak yakalanalım muhakkak o hastalıkla karşılaştığımızda bedenimizin sağlam olması lazım. İskelet ve kas sistemimizin ayakta duruyor olabilmesi lazım. Tabi ki son zamanlarımız için bir şey diyemeyiz ama karşılaştığımızda gerçekten bedenimizin ayakta duruyor olması lazım. Bunun çok önemli olduğunu gördüm. Özellikle yakın zamanda ki tecrübelerimden. Onun dışında tabi ki sanat ile ilgilenmelerini çok tavsiye ederim. Bir kursa gidebilirler, bir el işi ile oyalanabilirler, tiyatroya sinemaya gidebilirler, müzik dinleyebilirler, konsere gidebilirler. Bunların insan ruhuna çok önemli hizmetler verdiğini düşünüyorum. İnsanı hem ferahlattığını, hem düşündürttüğünü düşünüyorum ve bunu çok kıymetli buluyorum. Çünkü düşünmek insanı mutsuz eden değil mutlu eden bir şey. Farkında olmak yaşadığımız dünyanın her zaman mutlu edebilecek bir şey. Yoksa hiçbir şeyi fark etmeden, dünyanın nasıl döndüğünü bilmeden yaşamak insana aykırı bir şey gibi geliyor bana. İnsanın bilinci var ve o bilinci kullanmak zorunda diye düşünüyorum. Dolayısıyla sağlıklı bir hayatın olmazsa olmazı sanattır diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.