İstanbul’un Tarihi Su Depoları
TARİHİ YARIMADA İÇİNDEKİ SU KAYNAKLARININ YETERSİZLİĞİ YÜZÜNDEN YAZ KURAKLIĞI VE KUŞATMA GİBİ DURUMLARDA SU İHTİYACINI KARŞILAMAK İÇİN ÇOK SAYIDA SU DEPOSU İNŞA EDİLMİŞTİR. BİZANS DÖNEMİNDE KONSTANTİNOPOLİS’TE 100 KADAR SARNICIN VARLIĞI BİLİNMEKTEDİR. BÜYÜK BİR TARİHİ BARINDIRAN İSTANBUL’DA YAPILMIŞ O SARNIÇLARDAN BAZILARINI İNCELEYELİM.
ÇUKURBOSTAN ( FATİH/İSTANBUL )
Aspar Bizans’ta ünlü bir komutandı. Desteğiyle 457 yılında 1.Leon’u imparator yapmıştı. Birkaç yıl sonra da (459) şu an Fatih’in Çarşamba semtinde bulunan Yavuz Selim Cami’nin önündeki bölgeye geniş bir çukur açtırmış, etrafını tuğlalarla ördürterek bir sarnıç yaptırmıştı.
Oldukça da büyüktü yaptırdığı sarnıç. Anlaşılan namına yakışır bir sarnıç olsun istemişti Aspar. 152 metre genişliği 152 metre uzunluğu 11 metrede derinliği vardı çünkü.Kaderin mi yoksa tarihin bir cilvesi midir ki bilinmez, imparator olmasını sağladığı 1.Leon tarafından 471 yılında idam edildi Aspar. Sonrasında Aspar’ın adı yüzlerce yıl yaptırdığı bu sarnıçla anıldı.Bizans, Aspar sarnıcını uzun bir süre bahçe sulamada kullandı, Osmanlı ise domatesin, biberin, kavunun, karpuzun yetiştirildiği bir bostan olarak. Ve kullandığı gibi bir ad koydu Osmanlı: Çukurbostan Sonrasını tarih şöyle yazdı: 1940’lı yıllara kadar içinde ahşap evlerin, bir de mescitin bulunduğu bir bostandı Çukurbostan. 1950’li yıllarda mesciti de ahşap binaları da yıkıldı. Betonarme binalar yapıldı. Ama hala Çukurbostan, bostan kimliğini koruyordu. 1985’te de komple istimlak edilerek içindeki bütün yapılar yıkıldı. Fikir dahiyaneydi!!! 1500 yıllık Bizans sarnıcı “mahalle pazarı” yapılacaktı.
Altına betonu döktüler, pazarı yaptılar. Oldu Aspar Sarnıcı cillop gibi bir mahalle pazarı. Ama bir sorun vardı. Pazarcılar bulundukları pazarı terkedip buraya gelmek istemediler ve gelmediler de.
ASPAR SARNICI-XEROKOPİON
İstanbul’un en iyi korunan sarnıçlarından birisidir. Fatih ilçesi, Balat mahallesi, Çarşamba semti sınırları içerisinde yer alan, günümüzde İlçe Belediyesi tarafından Çukurbostan Parkı olarak adlandırılmış, kuzeyinde Sultan Selim Caddesi, güneyinde Yavuz Selim Caddesi ile tanımlanan bölgede bulunan sarnıçtır.
Bu sarnıca Bizans kaynakları, kare bahçe anlamına gelen «xerokipion» ismini vermişlerdir.
Sarnıç, Leon I (457 – 474) zamanında Bizans İmparatorluğunun hizmetine giren General Aspar tarafından inşa edilmiş ve bundan dolayı da onun ismine izafe edilmiştir. Aspar, 471’de Leon I ‘in emriyle idam edildiğinden, sarnıcın inşa tarihini bundan daha evvelki bir tarihe, muhtemelen 459 veya 460 yıllarına indirmek çok yerindedir.
Bizans kaynaklarına göre, bu sarnıcın civarında Manuel Sarayı, Kaiouma ile St. Theodosie ailesinin manastırları bulunmaktadır.Aspar sarnıcı, bir kenarı 152 metre uzunluğunda olmak üzere dikdörtgen bir plan şekli arz etmektedir.
Derinlik aslında 10.80 metre olmasına rağmen, zeminin zamanla toprakla dolmasından, hâlihazır durumu 8.20 metredir.
Duvar kalınlığı 5.20 metredir ki burada da 5 tuğla ve 5 küçük taş dizisinden meydana gelen bir inşa tekniği tatbik edilmiştir.
BÜYÜK OTLUKÇU YOKUŞU SARNICI
Süleymaniye civarındaki şimdi yeri bir arsa olan Şeyhülislâm Resmî Efendi Camii’nin avlusu altında Bizans kaynaklarında ismine rastlanmayan ve Büyük Otlukçu Yokuşu olarak adlandıracağımız bir sarnıçtır.
Bazı kısımları zemin seviyesinde olan sarnıcı inşaî durumuna dayanarak Commenuslar devrine (1057 – 1185) tarihlendirmek icap eder. Kuzey cihetinde açılan bir menfezden içerisine girilen sarnıç 21×21 m. ölçülerinde kareye yakın bir plan şekli göstermektedir. Giriş’e nazaran sağ taraftaki duvarın üzerinde 2.50 m. genişlik ve 1.20 m. derinliği olan beş ayrı niçin bulunduğu dikkati çekmektedir. Ana mekânda yer alan 24 granit sütunun büyük bir kısmı birbirinin eşi olmasına rağmen aralarında istinaî bazı örneklerin de bulunduğu gözden kaçmamaktadır. Keza bunlardan biri, çan şeklindeki postamente sahiptir. Korint tarzı başlıklardan bazısı daha ince ve o nisbette daha teferruatlı işlenmiş, bir başka örneğin ise bunun tam aksine oldukça kaba işçiliği vardır. Bundan başka sütunlardan birkaç tanesi üzerinde rastlanan harflerin, burada çalışmış işçilere ait olmaları da kuvvetle muhtemeldir. Sarnıcın üst örtüsünü, sütunlar üzerine oturan kemerlerin taşıdığı küçük kubbeler teşkil etmektedir. İhata duvarları üzerindeki sıvaların bir kısmı da bu kubbeleri kaplamaktadır. Büyük Otlukçu Yokuşu Sarnıcı bugün perişan bir durumdadır ve tamamen çöp yığınları ile kaplıdır.
PHİLOXENUS (BİNBİRDİREK) SARNICI
Hipodromun güney-batısında yer alan Philoxenus sarnıcının ismi ile inşa tarihi üzerinde birbirine zıt iddialar ortaya atılmış ve dolayısıyla yazarlar bu konuda anlaşamamışlardır. Romanın ikiye taksiminden sonra, Konstantin I Bizans’ın payitahtını İstanbul’da kurduğu zaman ayandan 12 kişi onunla birlikte gelmişti. Bu 12 kişiden biri olan PhiIoxenus, eski Roma surlarının bulunduğu mevkiin yakınında kendi sarayını inşa ettirmiş ve ayrıca bunu geniş bir sarnıç ile de teçhiz etmişti. Sarayının hipodromdan, imparator sarayından daha yüksek ve denize nazır olabilmesinin temini için sarnıcın irtifaı oldukça fazla tutulmuştu (1).
C. Diehl, sarnıcın İustinianus zamanında (518-527) inşa edildiği fikrindedir. Zira iç kısımlarda rastlanan üzeri damgalı tuğlalar bu zamana ait bulunmaktadır. Sarnıç, E. Maumbory’nin ileri sürdüğü gibi Konstantin devrinde Philoxenus tarafından yaptırıldığı ve İustinianus zamanında da tamir edilerek genişletilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu husus kabul edildiği takdirde Philoxenus sarnıcını 306-337 yılları arasına tarihlendirmek çok yerinde olacaktır.
Philoxenus sarnıcı, 64 X 56 metre ebadında bir plân şekli arz etmekte olup 3000 metre kareden daha fazla mekâna sahiptir, içerisinde her biri 14 sütundan mürekkep 16 sıra halinde 224 mermer sütun bulunmaktadır. Burada özel bir durum kendini göstermekte olup o da ortalarında kelepçeler bulunan iki ayrı sütunun üst üste bindirilmesiyle meydana gelmiş olmalarıdır. Birbirlerinden 3.75 – 3.80 metre mesafede yer alan bu sütunların taşlıkları kaba şekildeki impestiardan müteşekkildir. Sütun çapları 0.65 metre ile 0.68 metre arasında değişmekte, yükseklikler ise 12.40 metreyi bulmaktadır. Sütun başlıklarının büyük bir kısmı üzerinde o zaman bu işte çalışan taş yontucuların hılı bulundukları loncaların monogramları yazılıdır. Sütunlar birbirlerine kemerler vasıtasıyla bağlanmış ve dolayısıyla sarnıcın üzeri pandantiflere oturan tonozlarla örtülmüştür. Köşeleri kavisli ve yuvarlak olan yan duvarların kalınlığı muhtemelen 2.90 metredir.
HEBDOMON SARNICI (FİL DAMI)
Bizans’tan miras kalan dört büyük açık sarnıçtan biridir. Günümüzde Bakırköy İlçesi, Osmaniye Mahallesinde, Fil Damı Çıkmazı ile Çoban Çeşme Sokağın çevrelediği alanda kalmaktadır. Günümüzde Bakırköy Belediyesi mülkiyetindedir.
Bakırköy tarihinden itibaren sarnıca bakacak olursak; Bakırköy’ün bilinen en eski adı Hebdomon’dur. Hebdomon yedinci anlamına gelmektedir. Ayasofya önünde bulunan ve tüm hesaplamaların yapıldığı Milion Taşı’na yedi mil uzakta olduğu için bu balıkçı köyü Hebdomon adını almıştır.
Hebdomon’un Bizans’ta en önemli özelliği, gelen önemli konukların imparatorların, şehre girmeden önce burada karşılanıp, sefere giden ve dönen orduların burada yapılan törenlerle uğurlanıp, karşılanmalarıdır.
Konumuz olan Hebdomon açık sarnıcı haricinde bir tane daha sarnıç bulunmaktadır Bakırköy sınırlarında. Yıllardan beri tellerle çevrilerek korunmaya alınmış olan Sahil yolunda Galleria ile Gelik Restaurant arasındaki ağaçlık yerde bulunan bu sarnıç için henüz bir arkeolojik kazı gerçekleştirilmemiştir.
Fil Damına dönecek olursak, Mimarlar Odası’nın yayınladığı derginin 1967 yılında yayınlanan ikinci sayısında Erdem Yücel yazısında sarnıcın Veliefendi hipodromunun kuzeyinde, kara surlarındaki Altınkapıya 2 km. mesafede ve Bakırköy yolunun sağ tarafında yer almaktadır. istanbul surlarının dışında kalan ve inşa tarihi kesin olarak bilinmeyen bu sarnıcın VIII. yüzyıla ait olması kuvvetle muhtemeldir. Sarnıç, Bakırköy’e yakın Hieria sarayı ile Campes kışlasının su ihtiyacını karşılamakta idi. Hebdemon sarnıcı, 127 X 76 metre ebadında dikdörtgen bir plân şekli arz etmektedir. Derinliği 11 metre olan sarnıcın duvarları kuzey ve güney cihetinde 4 metre, doğu ve batıda ise 7 metredir.
Ayrıca duvarlar hariçten helezonlu bir sistem vasıtasıyla de daha sağlamlaştırılmış olup inşaî malzemesini 5 sıra tuğla ile 2 sıra kaba yontma taş teşkil etmektedir. Sarnıcın üst kısmı bugün tamamen toprak ile aynı seviyededir. Fetihten sonra Türk devrinde, burası padişahın fillerinin ahırı olarak kullanılmış ve bu yüzden fil damı (fil evi) ismiyle zamanımıza kadar anıla gelmiş olduğundan bahseder ve o yıllarda şahısa ait bostan olarak kullanıldığını söylemektedir.
Bambaşka Bakırköy Gazetesi sarnıcın mülkiyet hayatı için “uzun bir zaman Bornovalı ailesinin mülkü olarak kaldıktan ve bostan olarak kullanıldıktan sonra kamulaştırılarak 1996 yılından itibaren içerisinde konser ve etkinlikler (açık hava sineması) düzenlenmeye başlanan Fildamı bir gösteri merkezi olarak kullanılmaya başlandığını söyler.” Bir süre sonra ise yüksek desibelde müziğin sarnıcın duvarlarına zarar verdiği belirtilerek konser ve etkinlikler kesilir.
2003 yılında Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na verilen Fildamı’nda vakıf istediği projeyi gerçekleştiremediği için aynı yıl Bakırköy Belediyesi Gençlik Merkezi’ne (BAGEM) verilmiş ve gençler burada ramazan şenliklerini düzenlemişlerdir. En son 1991 yılında ise daha önce söylediğimiz gibi şu an ki sahibi Bakırköy Belediyesi’ne devredilir.
Köklü bir tarihe ve sayısız uygarlığa ev sahipliği yapmış olan İstanbul’da pek çok antik sarnıç bulunmaktadır. Bunun nedeni ise İstanbul’un henüz Konstantinopolis ismi ile anıldığı dönemde, yetersiz içme suyu kaynağına sahip bir yarımadada yer almasıydı. Özellikle kuşatma zamanlarında ve yaz aylarında yaşanan uzun kuraklık döneminde, kentin duvarları içindeki tanklar, kentin surlarının ayakta kalmasında büyük bir rol oynuyordu. Bizans İmparatorluğu döneminde geliştirilen 100’den fazla rezervuar ve sayısız sarnıç ile yaklaşık 1.000.000 metreküplük su temin edildi.
Büyük sarnıçlar, gerekli oldukları kadar maliyetli de olan kamu işleri idi. Genellikle doğal kayaya ve kalın hidrolik harçla kaplı yüksek duvarlara oyularak yapılıyorlardı. Kapalı sarnıçlar, tonozlu konutlarla kaplanırdı. Bu sarnıçlar; çoğunlukla Büyük Saray, hamam ve halk çeşmelerine su sağlıyordu. Beşinci yüzyıla ait surların genişlemesiyle, II. Theodosius, kentin içine iki tane daha tepe yerleştirdi ve açık sarnıçları da satın aldı. Bu kruvazörlerin çoğunluğu şehrin batı kısmında inşa edildi. Şehrin nüfusunun hızla büyüdüğü 7. yüzyıla kadar, bugün Yerebatan ve Binbirdirek olarak bilinen iki sarnıç hayata geçirildi.
Orta Bizans döneminde Konstantinopolis nüfusu, 5. ve 6. yüzyılın nüfusunun yarısından daha az olmasına rağmen, 11. yüzyılda şehre en az iki büyük göç dalgası gerçekleşti. Kentsel nüfusun büyümesi ile hane, manastır, park ve bahçeler için ek binalar inşa edildi. Latin İmparatorluğu (1204-1261) yıllarında şehrin su kaynağı; sınırlı su kaynakları, yerel kuyular ve yeraltı kaynakları haricinde neredeyse sadece sarnıçlara dayanıyordu. Genel terk edilme nedeniyle, antik kamu tanklarının çoğunun, Bizans Dönemi Konstantinopolisinde kullanımına son verilmiş, ancak tanklarda su depolamaya devam edilmiştir. Bizans sonrası Konstantinopolis’te çoğu kamu sarnıçları ya terk edilmiş ya da su depolama dışındaki amaçlar için kullanılmıştır.
AÇIK VE KAPALI SARNIÇ TİPLERİ
En önemli açık sarnıçlar, esas olarak kentin batısındaki Belgrad ormanından toplandı. Bu tanklar için, şehrin su tedarik sistemini beslemek amacıyla suyun yerçekimi ile pompalandığı boru hatları kullanılmıştır. Bu yüzden açık uçlu tanklar genellikle Konstantinopolis’in tepelerinde bulunuyordu. Kapalı tanklar, açık uçlu sarnıçlardan daha fazla sayıdaydı. Tüm arkeolojik kanıtlar için tam olarak tespit edilememiş olsa da Konstantinopolis’te en az yetmiş kadar sarnıç bulunuyordu.
Bugünkü Sultanahmet bölgesinde konumlanan Binbirdirek Sarnıcı, Konstantinopolis’in erken kentsel gelişiminde büyük bir başarı olarak kabul edilir. Tam anlamıyla “1001 sütun” anlamına gelmesine rağmen, aslında 224 (16×14) mermer sütun ile desteklenmiştir. 1453’teki İstanbul Fethi’nden sonra kullanım dışı bırakılan ve 17. yüzyılda yeniden keşfedilen sarnıç, Osmanlı döneminde ipek fabrikası olarak kullanılmış ve bugün ticari kullanım için yenilenmiştir.
VAZGEÇİLMEZ HAYAT KAYNAĞI
İstanbul gibi önemli imparatorluklara sahne olmuş bir kentin gıpta edilecek sayısız özelliği vardı kuşkusuz. Ancak Konstantinopolis kenti tarihte en fazla kuşatma görmüş kentlerden biri. Bu nedenle defalarca kuşatılan kent haşmetiyle orantılı olarak yaşamsal bazı sorunlara sahipti. Bunlardan en kritik olanı kente su sağlanmasıydı. Bizans döneminin ünlü tarihçisi Prokopios (MS 500-563 civarı) İstanbul için şöyle demişti: “….deniz kentin çevresinde bir çelenk oluşturur. İstanbul denizin yarattığı ve yaşam verdiği bir kenttir.” Her ne kadar İstanbul denizin tüm cömertliğinden faydalanmış olsa da kayalar üzerine kurulu kentte, su temin etmek söz konusu olduğunda bu hep zor çözülebilen bir meseleydi. Kuşatmalar bazen aylar sürüyordu. Düşman şehre gelen su ve yiyecek ikmalini kesiyordu. Şehrin içinde yeterli tatlı su kaynakları da yoktu. Bu nedenle de Bizanslılar bir çözüm olarak, devasa sarnıçlar inşa ettiler. Bugün İstanbul’daki sarnıç sayısının yaklaşık 200 olduğu tahmin ediliyor.
KUŞATMALARDA KURTARICI
Bu nedenle kentin her yerine dağılmış irili ufaklı çok sayıda kapalı sarnıcın inşası Konstantinopolis için önemli bir adım oldu. Amaç saraylara, hamamlara ve çeşmelere su sağlamaktı. Bu yapılar, Bizans devri sonuna kadar da ayakta kaldılar. Hatta Osmanlı’nın erken döneminde dahi bu sarnıçlardan su çeken birçok kuyu vardı. Bunlar aynı zamanda kentin sıklıkla maruz kaldığı kuşatmalar sırasında adeta su yedekleme depolarıydı. Osmanlı Devleti’nin İstanbul’u fethetmesine dek, gerek savaş gerekse barış zamanlarında, sarnıçların önemi yerini korudu. Hatta bazı binaların, kiliselerin, bodrumları, menfezleri tıkanıp, duvarları su geçirmeyen horasan harcıyla kaplanmış ve her bir binanın altı birer sarnıca dönüştürülmüştü. Bizans su mimarisi yalnız faydalarıyla değil aynı zamanda mühendislik ve sanatsal özellikleriyle de her zaman öne çıktı.
YERALTINDAKİ SARAY
İstanbul’un yer altı dünyasının en görkemli yapıları arasında üç sarnıç var. Bizans döneminden sonra uzun süre unutulmuş, batılı seyyahlar tarafından tekrar bulunduktan sonra sayısız resim ve gravüre konu olmuş, Yerebatan Sarnıcı, Türkiye’de en çok ziyaret edilen üçüncü müze. Bizans İmparatoru I. Justiniyanus (527-565) tarafından yaptırılan sarnıç ilk karşılaşmada insanı büyülüyor. 336 sütunuyla öylesine görkemlidir ki bir sarayı andırdığından halk arasında Yerebatan Sarayı olarak da bilinir. 9800 metrekarelik bir alanı kaplayan sarnıç, yaklaşık 80 bin metreküp su depolayabiliyor. Sarnıç mermer malzemesi açısından tam bir devşirme harikası. Sütun başlıkları farklı üsluplara sahip ve bazıları da sarnıç için yapılmış. Tuğladan örülmüş sarnıcın duvarları 5 metre kalınlığında. Zeminine ise horasan harcı döşenerek su geçirmez hale getirilmiş. Bu sarnıç, Bizans döneminde, bugün Sultanahmet olarak bilinen bölgede, geniş bir alanı kaplayan imparatorların sarayı ile bölgedeki diğer sakinlerin su ihtiyacını karşılıyordu. İstanbul’un fethinden sonra, Topkapı Sarayı’nın bahçeleri de buranın suyundan yararlandı.