Çekirdekten Gelen Mucize
Bembeyaz çiçekleri yasemin gibi kokar ama yasemin değil. Meyvesi kiraza benzer ama kiraz da değil. Vazgeçilmez lezzeti çekirdeğinden gelir. Kırk yıllık hatırı kalır, yetmezse bir de falına bakılır. Nitekim kahvedir; uğruna renk de yaratılır “kahvaltı” da yapılır.
Kahvenin hikayesi baştan sona bir keyif öyküsü… Kahve kelimesi Araplar tarafından 14. yüzyıldan önce “keyif veren içki” anlamında kullanılıyordu. “Kahve”nin adının, ilk bulunduğu yer olan Etiyopya’nın Kaffa yöresinden geldiği sanılıyor. Kahve tarımının kökeni birçok renkli efsaneye dayanıyor. Bunlardan en yaygını 3. yüzyılda yaşamış Kaldi adındaki Etiyopyalı bir keçi çobanıyla ilgili. Keçilerinin uyarıcı kırmızı kahve çekirdeklerini yedikten sonra ufak çocuklar gibi davrandığını ve çok daha enerjik olduğunu fark eden Kaldi, meyveyi kendisi de denemiş ve böylece kahveyi keşfetmiş. Verdiği hissi ve keyfi sevince diğerlerine de haber vermiş ve kahve bugünlere kadar gelmiş.
Başka bir efsanede de 14. yüzyıl sonlarında Yemen’de yaşamış olan Sufi Şeyhi Şazili’nin kahveyi içen ilk kişi olduğu söylenir. Hala Anadolu’da kahve falı için kahve fincanı kapatılırken Şeyh Şazili ruhuna Fatiha okunması geleneği de bu inançtan kaynaklanıyor. 16. yüzyılda ortaya çıkan başka bir rivayete göre de kahveyi içen ilk kişi Süleyman Peygambermiş. Hazreti Süleyman yaptığı yolculuklar sırasında uğradığı bir şehirde, herkesin bilinmeyen bir hastalığa yakalandığını görmüş ve Baş Melek Cebrail’in buyruğu üzerine Yemen’den gelen kahve çekirdeklerini kavurmuş. Bununla hazırladığı içeceği hastalara verince herkes iyileşmiş.
Arabistan’dan Brezilya’ya devrialem
Kahvenin anavatanı Etiyopya’nın yüksek yaylalarında, yerli halk bu bitkinin tanelerini un haline getirip bir çeşit ekmek yapıyordu. Meyveleri kaynatıldıktan sonra suyu içilmek suretiyle tıbbi amaçlı kullanılıyor ve “sihirli meyve” olarak adlandırılıyordu. Kahve, ünüyle birlikte hızla Arap Yarımadası’na yayıldı ve 300 yıl boyunca Etiyopya’da keşfedilen yöntemle içildi. 14. yüzyılda ise yepyeni bir keşif ile ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içime sunuldu.
İlk ticari kahve tarımı 15. yüzyılda Arabistan’da başladı. Kahve çekirdekleri ve bitkileri Mısır, Suriye ve Türkiye’den geçerek, “Arap Şarabı” olarak yoluna devam etti. Kahvenin keşfinden sonra umumi kahvehaneler, Ortadoğu’daki her şehirde açılmaya başladı. Kısa süre içinde kahve çekirdeklerinin nakliyesi Avrupa’ya ulaştı ve kahvenin popülaritesi hızla yayıldı.
17. yüzyılın sonlarıyla birlikte, kahvehaneler yoğun ticari eğilimlerini Avusturya, Fransa, Almanya, Hollanda ve İngiltere üzerine yöneltti. Hollandalılar, Uzakdoğu’da kahve yetiştirmeye başladı, İngiltere ve Fransa da bu akıma uydu ve kolonilerine kahveyi sundu.
18. yüzyılda, misyonerler, tüccarlar ve koloniciler kahveyi Orta ve Güney Amerika’ya götürdüler. Doğal çevresi kahve tarımı için ideal bir yer olduğunu gösterdi ve kahve yetiştiriciliği hızla arttı. 1800’lerin sonlarına doğru kahve, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, dünyanın önde gelen ihraç ürünlerinden biri haline geldi.
Bugün kahve, dünyanın en büyük ticari hammaddesi olarak petrolden sonra ikinci sırada, fiyatları ise son derece değişken. Bir tarım ürünü olmasından ötürü, iklim koşullarının değişimiyle arz ve talep dengeleri her yıl değişse de kahve ticaretinin değeri yıllık 12 milyar Dolar’dan aşağı düşmüyor. Sudan sonra dünya genelinde en çok tüketilen ikinci içecek olan kahvenin üretimi en çok Güney ve Orta Amerika ile Asya ve Afrika’da yapılıyor. Kahve üretiminde dünya birincisi olan Brezilya’yı Vietnam ve Kolombiya takip ediyor.
Kahvenin Anadolu’daki yolculuğu
Kahvenin Türkiye’deki tarihçesine daha ayrıntılı bakıldığında Yavuz Sultan Selim döneminde Yemen Valisi olan Özdemir Paşa’nın çok sevdiği kahveyi İstanbul’a getirdiği görülüyor. Kısa sürede itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı. Saray görevleri arasına “kahvecibaşı” adında bir de rütbe bile eklendi. Padişahın ya da bağlı olduğu devlet büyüğünün kahvesini pişirmekle görevli olan kahvecibaşı, sadık ve sır tutmasını bilenler arasından seçilirdi. Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere bile rastlandı. Saraydan konaklara ardından evlere giren kahve, İstanbul halkının kısa sürede tutkunu olduğu bir lezzet haline geldi. Satın alınan çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulup, dibeklerde dövüldükten sonra cezvelerde pişiriliyordu. Hatta günümüzde dahi kahve Viyana kafelerinde Türk usulü hazırlanıyor. Türk kahvesinin etkilerinden biri de İtalyanlara özgü Espresso kahvesinin fincanlarının Türk kahvesi fincanlarına büyük benzerlik göstermesi. Türk kahvesinin en önemli unsurlarından olan köpük, Espresso’da altın sarısı krema olarak kendini gösteriyor.
Kahve içme rekoru
Yemek canavarı olarak da adlandırılan ve dünyanın en hızlı sosisli yiyen adamı olarak da Guiness Rekorlar kitabı’na giren Japon Takeru Kobayashi 42 fincan kahveyi art arda içtiği için bu alanda da dünya rekoruna sahip.